İnsan, makamdan makama geçer bilginin içinde seyir içindeyken. Hangi hal içindeyseniz, yolunuza o hal ile ilgili sınavlar çıkar. O hal ile demlenirsiniz. Gözünüz o farkındalığınızla açılır. Her sınavda önünüzde bir perde aralanır.

Şems, Mevlana’ya bir kalem verir ‘‘Yaz’’ der, ‘‘Yolculuğunu yaz. Senin yolcuğun ışık olacak. Kimisi anlamasa da kimileri yüzlerce yıl seni anacak.’’ 
‘‘Oku’’ diye başlayan Kur’an-ı Kerim’i okumadıysanız da; gazelleriyle, beyitleriyle, hikayeleriyle ve dahası onu, ‘‘Ne olursan ol gel’’ diyen hakka aşık kişiliğiyle yücelten Mevlana’yı bilmeliydiniz... Haktan, adaletten ve cehaletin nasıl yenilmesi gerektiğinden bahseder.
Hakkı arıyorsan yolun ondan mutlaka geçer…

Demek başka şeyin peşindesiniz.

Aşıklar yurdudur Anadolu. Kiminde saz, kiminde tambur… Pervanedirler hakka olan ateşin önünde. Yalandan uzak, doğru sözü kelam eder, halkın derdini dillendirirler.
Demek, ‘‘Dünya benim diye göğsünü germe / Dünya kadar malın olsa ne fayda / Söyleyen dillerin söylemez olur/ Bülbül gibi dilin olsa ne fayda.’’ diyen Pir Sultan Abdal’ı dinlemediniz…
Demek siz hiç, ‘‘Başkasının baharını çalanın bahçesinde çiçek açmaz’’ diyen Aşık Veysel’e de kulak vermediniz. 

Siz, bu ülkeyi yoktan var eden, ‘‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’’ diyen Mustafa Kemal Atatürk’e, onu silah arkadaşlarına, yüz binlerce şehide ve gaziye saygı göstermediniz. Varlığı, yokluğa çevirdiniz…

Siz ne bu yurdu ne aşıklarını ne ermişlerini ne de vatan sevdalılarını sevmediniz.
Siz makamları, eşyaları, içi dolu banka hesaplarını ve dalkavukları sevdiniz. 
Don Kişot’ta, ‘‘Üç devle savaşıyoruz sevgili Sancho: Adaletsizlik, korku ve cehalet’’  der Miguel de Cervantes. Cesaretin hak arayışındaki vücut bulmuş halini anlatır. Bugün bu hal, yurdumun sokaklarında ve meydanlardadır.

Sınav, vicdan ve adalette… 

Ses yükselmekte… Perde aralanmakta… Değişim kaçınılmaz olmakta…
Kime kaldı ki bu dünya size kalacak, her şey eninde sonunda aslına varacak.