Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes Film Festivali’nde ‘benim yalnız ve güzel ülkem’ demesinin üzerinden 15 yıl geçti.
Depremin ardından yanımıza koşanları görünce, ‘artık yalnız değiliz’ diyebiliriz herhalde...
Acıyı paylaşmak kolaydır...
Bir yanında, ‘iyi ki benim başıma gelmedi’ duygusunu da beraberinde taşır itiraf edilmese de...
Ancak bu seferki acı paylaşmak için bile çok büyük...
Sadece ölenlerin değil, geride kalanların da her gün, her saat, her dakika ölmeye devam ettikleri bir dönem bu...
Herkesin parmağı var bu cinayetlerde...
Bir kesim hariç elbette...
Siyaset kurumunun tek bir kabahati yok...
Bu kadar pişkinliğin başka bir nedeni olamaz...
Ülkemizde siyasetin özü ‘teflondur’...
Hiçbir şey yapışmaz...
Çok köşeye sıkıştıklarında muhteşem bir mazeret vardır ellerinde...
‘Şimdi siyasetin sırası değil’’...
Oysa tam tersi...
Asıl şimdi siyasetin tam zamanı...
Siyaset, yaşamın ta kendisidir...
İnsan yaşamının kalitesini siyaset belirler...
Karşılıklı bir iletişim vardır aralarında...
Biri çok kaliteli, diğeri çok kalitesiz olmaz, olamaz...
Kızdığınız siyaset kurumu aktörlerinin kalitesinin bu kadar düşük seviyede olması sadece onların suçu değil...
Size doğruları söyleyen bir siyasetçinin o siyaset sahnesinde kalabilmesine imkan yok...
‘Yalan da olsa söyle, benim duymak istediklerimi söyle’ türküsü dilimizden hiç düşmüyor...
İşini tam, doğru ve eksiksiz yapana ‘enayi’ damgasını vuran biziz, başkası değil...
Yaradanın insanoğluna bahşettiği en büyük erdem unutabilme kabiliyetidir.
Unutma bireysel olduğunda yaşamın devamını sağlar...
Ancak unutma toplumsal bir eylem haline geldiğinde o toplumu aynı acıları tekrar tekrar yaşamaya mahkum eder...
Bu acıları bireysel olarak unutup, toplumsal olarak ilk günkü gibi taze tutmak zorundayız...
Ve, ‘şimdi siyaset zamanı değil’ diyen her kim varsa çevremizde, ‘hadi ordan’ demek için çekinmemeliyiz...