Nisan demek bahar demek, coşku demek, onur, gurur demek, bayram demek… Nisan en önemli milli gururlarımızdan birinin yaşandığı bir ay. Türk Milletinin iradesini temsil eden Birinci Büyük Millet Meclisinin açıldığı ve Türk halkının egemenliğini ilan ettiği 23 Nisan!
Mustafa Kemal Atatürk’ün düşüncesinde çocuklar, milletin geleceğidir. Atatürk 1924 yılında 23 Nisan’ın bayram olarak kutlanmasının kararından 5 yıl sonrada çocuklara duyduğu sarsılmaz güvenin ve büyük sevgisinin ifadesi olarak bugünü çocuklara armağan eder. Hepimiz için tarih bilincimizin oluşması ve Cumhuriyet bekçilerinin bu bilinçle, gururla yetişmesi için bugün önemli bir gündür.
Benim çocukluğumda okullarda aylar öncesinden bir hazırlık başlardı 23 Nisan için. Dans gösterileri, korolar, şarkılar hep bugün içindi. Şehirde de büyük bir hazırlık yapılırdı. Birçok okul, Atatürk Stadyumunda buluşur ve gerek saha içi gösterileri, gerekse de tribündeki pankart gösterileri ile İzmirlilere unutulmaz bir bayram coşkusu yaşatırdı. Büyük bir heyecanla otobüslerle stadyuma gider yerimizi alır ve çalışmalara başlardık. Bir numara gösterilir ve o numaranın listemizdeki karşılığı olan rengi havaya kaldırırdık. Her yeni numarada hep alkış alırdık ama çıkan resmi göremezdik. Alkış aldıkça daha da ciddiyetle yapardık gösterimizi. Milli duygularımızın çok yoğun olduğu dönemlerdi. Akıllı telefonlar o dönem yok. Sadece televizyonlardan tekrar gösteri olursa izleyebilirdik kendimizi.
Sonra bayramlar tatil havasında gezip tozma havasına büründü. Etkinlikler daha kendi içimizde gerçekleşmeye başladı. Eski coşku, değişen dünya ile belki de değişti, azaldı. Ancak ben milli bir duruş ve tarih bilinci oluşması açısından milli bayramlarımızın önemli ve her nesle aktarılması gerektiğine inanıyorum. Ulusal Egemenliğimizin temellerinin atıldığı bayramımızın 102. yılı kutlu olsun. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir”
* * *
Sinemanın büyüsü…
Pandemiyle birlikte hepimiz sinema salonlarından uzaklaştık. Evde dijital film platformlarına üye olduk ve büyük televizyon ekranları ve ses sitemleriyle sinemayı eve taşıdık. Adına da evde sinema keyfi dedik. Sayısız film seçenekleri içinde kaybolduk. Tabi bana sorarsanız sinema salonunda beyazperde de film izlemenin keyfi bambaşka.
Çok küçük yaşta yanlış hatırlamıyorsam ortaokula yeni başladığım yıllar 1996 ya da 1997 yılları… Bir film izledim “Sinema Paradiso” Türkçe’ye Cennet Sineması olarak çevrildi. Bir İtalyan filmi. ‘Biz’ gibi. Sıcak, samimi, içten…
Orta yaşlı bir sinema makinisti ve filmi izlediğim zamandaki yaşlarımda, belki de benden küçük bir çocuk arasındaki arkadaşlık. Ortak noktaları ise sinema…
Sinema makaraları, negatif filmlerin kokusu…
İlk kokladığım an o çocuk gibi kapılmıştım heyecanına… Hareketsiz bir karenin nasıl canlandığını anlamaya çalışan bir ben.
Sinemanın büyülü dünyasına beni sokan ve yıllar sonra Dokuz Eylül Üniversitesi’nin Sinema Televizyon bölümüne kadar beni götüren ve o sınavı kazandıran film, hikaye, yolculuk… Lise yıllarımda bile karanlık odada kendi çekmiş olduğum fotoğrafları basarken yine aynı heyecan…
İşte bu yüzden sinema bambaşka bir aşk bende...
Film sinemada izlenir
Günümüz sinema anlayışının dijital film platformundan öteye gitmemesi beni üzüyor. Bu sinema bir yanıyla bir sınıfın dünya görüşünü aktarıp savunurken bir yanıyla da toplumu bir arada tutan kültürel, ekonomik, psikolojik etnik, milli vb. değerleri oluşturup toplumsal bir sıva işlemi görüyor. Ancak çoğu popüler kültürü destekliyor. Sorgulamamızı engelliyor.
Sektöre baktığımızda Pandemi etkisinin azalmasıyla, sinemalarda eski canlılığına kavuşmaya başlıyor diyebilirim. ‘Bergen’ filmi bizi salonlara çekmeyi başardı. Rahmetli Bergen'in hayatı söylediği şarkıların konusu gibi acılı başladı, acılı bitti…
Bizim Türk kadınımız çilekeş bir yapıya sahiptir. Doğar doğmaz yanlış kodlamalarla kızlarımızı, "Erkek hem döver hem sever. Seven erkek kıskanır. Kızın yeri ya babasının ya da kocasının yanıdır.” diyerek törpüleyip, var olan yeteneklerini ezdik yok ettik.
'Bergen' filmi sezona hızlı girdi. Birçoğumuz merakla, izlemeye gittik. Film tüm ayrıntıları göze alarak en iyi şekilde yapılmış. Bergen filmiyle ilgili notlarımı geçen sayıda sizlerle paylaşmıştım. Bu sayıda size önereceğim film ise Ferzan Özpetek’in “Şans Tanrıçası”…
Şans Tanrıçası’nı kaçırmayın
Nefis bir Özpetek filmi. Filmde sahneler, müzikler çok iyi… Çocuk oyuncularda harika. Hikâyesini kendi yaşamından etkilenerek tasarladığını söylüyor Ferzan. Pandemi nedeniyle gösterimi ertelenen filmlerdendi. Aile, dostluk, ilişkiler üzerine sıcacık bir film. Hayattaki kavgalarımızın anlamsızlığını, sevmenin nasıl olması gerektiğini bize çok naif bir dille anlatıyor. Ve Ferzan’ın olmazsa olmazı ‘Sezen Aksu’ Aldatıldık şarkısını yeniden film için seslendirmiş Minik Serçe…
Ve Ferzan’ın klasik, kalabalık sofraları. Akdeniz sinemasının en güzel kültürel kodlarından belki de bu sofralar. Aile ya da dostların bu masa etrafında toplaşıp birlikte yemek yemeleri… Ferzan’da farklı dünya görüşleri olan bu kişileri aynı sofrada toplayıp kamerayı bu masanın etrafından döndürerek herkesin aslında nasıl bir arada iyi olabileceğini anlatıyor. Eğer izlemediyseniz kesinlikle tavsiye edeceğim film.
* * *
Gelelim bize…
Bahar Radyo Ege’ye geldi. Şarkılarımız hareketlendi. Yayınlarımız Ege kadar sıcak, Ege kadar enerjik olmaya devam ediyor.
Büyümeye devam ediyoruz.
Her gün tüm pozitif yaşam anlayışıyla radyonuzda olmaya devam ediyoruz. Belki arabanızın arka koltuğunda, belki iş yerinde yemek masanızda ya da yanınızda en iyi arkadaşınız…
Ege gibi kalmaya devam edin. Sıcak, samimi ve enerjik…