"O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler
Demir'in Tunçuna,
İnsanın piçine kaldık." Yaşar Kemal
Mevsim, yavaş yavaş bahar'a selam çakarken, benim de bir bahar çocuğu olmamdan kaynaklı sezonum açılmaya başladı sanırım…
Kış mevsimi içerisinde, payımıza düşen kallavi kazıklarımı yemiş, içimden 580 gr bir kisti attıktan sonra,
"Kızım Sevinç, ne insan arsızı oldun sen. Ne yaşarsan yaşa pişmiş kelle gibi sırıtıyorsun" diye kendime çatıyordum.
Neyse işte...
Yazdığım bir Tiyatro oyununu Orotoryoya çevirmek için cebelleşirken. Çok sevdiğim bir arkadaşım aradı.
Sesi biraz hüzünlüydü. Hayırdır diye sordum.
"Acil konuşmamız gerekli, sanırım çok kötü kazıklandım" dedi.
"Buyur gel canım konuşalım" dedim.
Yarım saate kalmadan geldi arkadaşım.
Daha anlat canım seni dinliyorum demeye kalmadan, dökülüverdi bizim Kezban...
Efendim... Bu minnoş arkadaşım, geçen yaz bir eril kişisi ile karşılaşmış. Bu eril hazretleri, binbir dil dökerek, asla seni üzmem, aldatmam diye yeminler ederek bizim kızı ikna etmiş, güzel de gidiyormuş aslında ilişkileri. Beyzademiz, kendi elleri ile beslermiş bizim kızı aşkımlar, canımlar, bir tanemler havalarda uçuşuyormuş. Bu güzellik ta ki, bizim kız bu beyzadenin vitrinlik hayatının ardında bir gizli bahçesinin olduğunu fark edene kadar. Bu karanlık bahçenin içerisinde, bütün zaafların en basit şekilde yaşandığı, çirkinliklerin dibine vurulduğu bir halmiş.
Kiminin parası varmış, itibarı yokmuş, kimileri kendilerine bol gelen itibarlarını açık arttırma ile bol para ve şatafat karşılığı satarlarmış. Kendi gibi düşünmeyenler ile de dalga geçer, alay ederlermiş. Ortamcı arkadaşları da dostluk ayaklarına en yakın dostlarının zaaflarını kendi çıkarları uğruna başkalarına pazarlar gerektiğinde şantaj bile yaparlarmış.
İtibarsız teyzeler, paraya sıkışık abileri tavlamak için, “hoplayı verdi çekirge” ile abilerin alınlarına doğru göbek atar…
"Al beni, hükümdar edeyim seni" diye gerdan kırarlarmış. Kasap dükkanlarında popolarına maydanoz sokulmuş hayvan cesetleri gibi.
Anlaşma yapmışlar o karanlık gecelerin birinde bizim kızın beyzadesi ile… Beyzade teyzeyi alacak, teyze ağırlığınca altın verecek saygı duyulan bir aile şirketi kurulacak, gökten üç elma düşecek falan filan işte...
Bizim kız anlatmaya devam ediyor.
"Defalarca sordum, hayatında birimi var diye... Hep aynı cevap...
Anam avradım olsun varsa. Ben seni seviyorum. Karımsın sen benim, kadınımsın" bla bla.
Bir yerlerden bizim kıza fotoğraflarını falan gönderince, bizim kızda efendice eyvallah demiş ve çıkmış hayatından.
Daha fazla dinlemeden susturdum bizim minnoşu...
Yüzüne baktım.
"Üzüldün mü kuzum sen?" dedim.
"Üzülme, kalk ve daha bir dirençle yoluna devam et."
Ne demiş bak bizim Mahir…
"Aynılar aynı yere, ayrılar ayrı yere diye.
Dimdik dur, bırak onlar karanlıklarında yok olsunlar, zor da olsa onlara benzeme.
Belki senin arkandan seninle çok dalga geçtiler, olsun.
Yaşamın gücüne inan ve asla onlara benzeme.
Kim bilir, belki de yaşamın çok güzel bir planı vardır."
Güldüm... Hadi çay koyalım, yeniden başlıyoruz…