Hayal meyal hatırlıyorum; Çocukken sık sık bizim büyüklerden 'Hızır' hikayeleri dinlerdim: İyi bir adam olduğunu, yardıma gelmesinden ya da gelecek olmasından hissederdim. Hızır,

Türk ve Ortadoğu mitolojisinde saygı gören kişi olarak kabul edilir. Tevrat, Zebur ve İncil'de farklı isimlerle geçer. Bu yüzden kutsal kitabı olan bütün dinlerde bir nebi yahut mümin olduğu düşünülür. Çeşitli versiyonlarda o, İbrahim, İranlı mitolojik kral Feridun, Makedonyalı Büyük İskender veya Türk mitolojisinde olduğu gibi (hıdrellez) İlyas ile birlikte anılır. Ortak noktaları; ölmüş balığın dirilmesi, iki deniz veya nehrin birleştiği yer, gizli bilgiler (hikmet), ölümsüzlük sırrına ulaşmış karakterlerden oluşur.

 

Hızır farklı mitoloji ve kültürlerde tekrarlanan anlatıların bir araya getirildiği senkretik bir kişilik olarak kabul edilir ve bu kültürün eski Mısırda Thoth, İbranilerde "Enoch" veya Yunanlardaki Hermes kültü ile özdeş olduklarını söyleyenler de var.

 

Hikayelerin değişik kültürlerde az fark ile tekrarlanmasından da görülebileceği gibi Hızır, tıpkı Lokman Hekim gibi, onunla ilgisi olan birçok özellik atfedilmiş bir karakterdir.

 

Hızır'ın Sümerlerden beri var olduğu öne sürülmektedir. Gılgamış destanında adı geçen Hasısatra ile aynı kişi olduğu öne sürülür. Diğer bir çalışmada da Hızır karakteri için kendisine Hızır'a benzer nitelikler atfedilen Ugarit tanrısı "Kotar va Kasis" kaynak karakter olarak ileri sürülür.

Avrupalı araştırmacılara Aya Yorgi hikayelerinin Hızır efsaneleri ile aynı şeyler olduklarını ortaya koymuşlardır.

 

Hızır, güç ve zor anlarında insanların yardımına koşar, başkalarının kılığına bürünebilir, olağanüstü özellikleri olan 'ulu' kişi olarak düşünülür. Ölümsüzlüğe ulaştığı söylenir. Dua ettiğinde veya verdiği bir elma yenildiğinde kısır kadınların çocuğu olur, mesela. Bilgelik ve hikmet sahibidir. İnsanlara yardımcı olan kutlu bir kişidir. Başı sıkışan iyi insanların yardımına koşar.

 

"Hızır ab-ı hayat yani ölümsüzlük şerbetini içtiği için ölüp yeniden dirilebilir. Elbiseleri yeşildir. Bu anlamda doğayı simgeler. Hızır Ata da denir. Havada dolaşır, su üstünde yürür, aşamadığı engel yoktur. Kılıktan kılığa girebilir. Doğadaki varlıklara söz geçirebilir. İnsanlara göründüğünde kendini tanıtmadığı müddetçe kimse onun gerçek kimliğini bilemez. İnsanları sınavdan geçirir, bazen bir derviş, bazen bir yoksul kılığına bürünür. Türk mitolojisinde savaşlarda kurt kılığına girip öndere veya komutana görünür. Yaraları iyileştiren ilaçlar yapar veya içeriklerini tarif eder. Bazen kör olarak tarif edilir ama göze ihtiyacı yoktur, çünkü o kalp gözüyle her şeyi görür.

Hızır’ın sevdiğim özelliklerinden biri gizi ve insanı sınamasıdır. Bakın burası çok önemli.

 

Çocukken büyüklerimiz anlatırdı: Hızır herhangi bir kılıkla karşımıza çıkabilirmiş. Bazen fakir bir insan olarak, bazen bir ayyaş olarak, bazen bir kedi, köpek, kuş olarak gelip sınarmış bizi. Ağaç kılığına bile girebilirmiş. Bize, evimize gelip ‘aç olduğunu söyler’, iyilikle karşılık verenleri ödüllendirir, tam tersine kendini kovup açlığını gidermeyenleri de cezalandırırmış...

 

E, böyle olunca da, gel de şimdi bir kediye tekme at, köpeği kov, bir karıncayı incit... Gel şimdi bin insanı, bir kadını, çocuğu öldür, mülteciyi döv, hakir gör...

 

Ya Hızır’s? Ya Hızırlarsa'

 

Yabancılaşmanın bunca ayyuka çıktığı zamanda, kimsenin kimseye hatta kendine bile güvenmediği, şüphe ettiği bu zamanede, hala düşene bir de biz vurmuyorsak, bunları; Hızır’ı ve onun imtihanında olabileceğimizi bildiğimiz içindir.

 

Terbiye(eğitim) , bazen korkuyla bazen de masal, öykü, töre ve anane ile verilir ve en kalıcı olanları bunlardır. Çağdaş eğitim ve müfredatlar işe yarasaydı bir yanından belli olurdu zaten. Dünya müfredatlarla daha kanlı ve vahşi oluyor. Bütün müfredatlar rekabeti özünde taşıdığından diğerini geçmeye, alt etmeye, yok etmeye odaklıdır.

 

Ben böyle 'anane töre vb. falan deyince 'Türkçü'  oluveriyorum bazı dostlar nazarında. Bir daha söyliyim ben Yunus Emre gibi hakikatçiyim. Hakikatin gerçeği kapsadığını, bugün ispat edilemese de doğru olduğuna inanırım.

 

Evet, korkardım, korkarım da; ya karşıma çıkıp şarap parası isteyen dilenci beni denemek için gelen Hızır’s?  Ya trafikte küfür ettiğim adam kılık değiştirmiş Hızır’s? Ya tekmelediğim ked? Hoşt’ladığım köpek Hızır’ın ta kendisiys? Korkarım, korkarım sınanıyor olmaktan. Cehennem de yanacağım, diye değil; cennete giremeyeceğim diye de değil: Korkarım insan sıfatından çıkmaktan. Korkarım

 

Bu korku, buna inananları iyiliğe iter. Bu korkuyla masum insanları öldüremezsin, bakkalsan terazide, sütçüysen sütte hata yapamazsın, öğretmensen 'öğretmemezlik' yapamazsın, sevgiliysen, gider paşa gibi söylersin ama seni seveni aldatmazsın, yalan söylemezsin, adam gibi adam, kadın gibi kadın olursun. (Umuyorum)

 

Ben bunun materyalistçesini de söyliyim: Engels; 'Tarihte zor'un rolü var' der. Evet, tarihimizde Hızır’ın da Hızır tarafından sınanma ihtimalinin de rolü var. Karşı olan varsa gelsin beriye.

Biz de ademoğluyuz. Bazen sıkışıyor, bunalıyoruz. Ama biliyorum, adı Hızır olan bir umudu var. Umut var ki yaşam sürsün.

 

Anadolu Kültüründe 'kul sıkışmayınca Hızır yetişmez' derler.

 

Bir kaç gün önce kararmış bir havada, ben de pek kara duygularla, kara kara düşünürken arabayla işe gidiyordum. Dikiz aynasından bir motosikletin arkamda olduğunu gördüm. Tanıdığım bir arkadaştı üstündeki. Sinyali verdim ve sağa çektim. Camı indirerek günaydın, dedim.

“Niye uğramıyorsun bana”  diye sordu.

“Uğrarım,” dedim.

“Uğra uğra, senin yapacağın yok, gel de şu yazılarını kitap yapalım,” dedi ve gitti.

 

Mevzuu kitap değil, ben çoktan geçtim o faslı: Mevzuu, birinin seni anladığını bilmek.

 

Hızır mı değil mi bilemem. Ama Hızır gibiydi, motosikletle ardımdan gelen adam. Hızır gibi kararmış yüreğime ışık olup yetişmiş, bir an kararmış yüzüm, geçmişe, bugüne ve geleceğe dair ümitle ve nurla dolmuştu.

 

Sıkı durun şimdi!

 

Mutlaka siz de birilerinin Hızır’sınızdır ve insanlığın birbirine Hızır olmaktan başka kaçarı kalmadı... İnsanlığın, dedik: Cehaliyetin ve şeytanlığın değil. Biz hakikatçiyiz. Çok azız; ama şimdilik.

 

Belki Hızır fikri ve korkusu insanları iyi olmaya iter. Eğitimden medet umuluyorsa daha çok beklenir. Eğitim üstün/iktidar/belirleyen olmaya çalışır sadece; bu da ona 'yıkıcılık fıtratını’ yükler. Ruh, kalp nasıl eğitilsin, müfredatlara sığsı? Ben hiç bir zaman silahsızlanmaya karşı olmadım. Olmam da. Ben 'eşit silahlanma' hakikatindeyim. Birinin tabanca diğerinin elinde bıçak olduğu sürece zulüm bitmez. Kızılderili’ler barış zamanında baltalarını gömerdi. Maalesef ‘Beyaz Adam’ hiçbir zaman bunu yapmadı. Baltasını hem ardında sakladı. ‘Küresel Silahsızlanma Anlaşmaları’ faso fiso: Yeni ve daha çok öldüren silahlar yapmak için zaman kazanıyorlar sadece. Çarpıklaştırılmış Hümanizm(insan sevgisi), vicdanlı ve etik olanların baltalarını toprağa gömdürmekten başka bir işe yaramıyor. Baltalarını gömen Kızılderililer gibi yitip gidiyor barış isteyenler. Çünkü kötü baltasını hiç bırakmıyor elinden: Ne insana ne doğaya ne göklere inanıyorlar. Korkmuyorlar.

 

Ne tuhaf ki insanı yola getirecek olan yine de korku. Bu açıdan cehennem imgesi iyi bir buluş ve onu uzakta aramak çok yanlış: Yanı başımızda, hatta içimizde. Dünya bir ‘Ön Cehennem’.

 

Ama bazıları için bir ihtimal daha var: İnsanlıktan çıkma korkusu… İnsanın ancak kendine öğretebileceği bu korku önemli bir terbiye.  Derinlerimizde içsel bir emek istiyor.

 

Bu nasıl öğretili? Ey Hızır, nerelerdesi?

 

Godot’yu bekler gibi bekliyor bazıları onu.

 

Belki de artık Hızır’ı beklemeden, birbirimizin Hızır’ları olmak gerek.